TÜRK SİYASAL HAYATI YAZI SERİSİ
4. YAZI
4. YAZI
Osmanlı Devleti’nin belki de en
tartışmalı padişahı olan Sultan 2. Abdülhamit’in nasıl tahta geçtiğine geçen yazıda bakmıştık. 1876 yılında onun tahta geçmesinin ardından ülkede ve dünyada
olanlara bakmaya başlıyoruz.
![]() |
Sultan 2. Abdülhamit |
Lord Kinros’un “Osmanlı’nın
Yükselişi ve Çöküşü” kitabına göre Abdülhamit mutsuz bir adam ve zalim bir
sultandı. Çerkez olan annesini yedi yaşındayken kaybettikten sonra onun için,
“O hiç kimseyi sevmemiştir, herkesten az da kendisini” denmişti.
1876 yılında üç aydır tahtta olan
ve psikolojik sorunları nedeniyle padişahlık görevine devam etmesi mümkün
olmayan Sultan 5. Murat yerine kardeşi 2. Abdülhamid, ekonomik iflas
durumundaki Devlet-i Aliyye’nin başına geçmişti. Padişah olduğunda Mithat
Paşa’yı sadrazamlık görevine atadı. Aynı yıl sultanın oluşturduğu bir komisyon
tarafından hazırlanan ve Osmanlı’nın ilk anayasası olan Kanuni Esasi’nin
kabulü, Meclisi Mebusan ile Ayan Meclisinin açılışı dolayısıyla mutlak monarşi
rejiminden meşruti monarşi rejimine geçiş gerçekleşmiş oldu. Bu sayede Osmanlı
Devletinde ilk defa bir rejim değişikliği meydana gelmiş, devletin tüm
organlarının yönetimi padişahtayken ve herhangi muhalefet faaliyetleri hoş
görülmezken bu tarihten itibaren kurulan mecliste artık padişahın eylemlerine
muhalefet etmek, eleştirmek, söz söylemek ve yasa hazırlayarak onay için
padişaha sunmak mümkün olacaktı.
Dönemin İngiliz büyükelçisinin
bildirdiğine göre “Kanun-i Esasi” kelimesi herkesin dilindeydi. Bununla kast edilen hürriyet, eşitlik ve hükümetin sorumluluğu ilkelerine
dayanan ve imparatorluk içinde sınıf ayırımı olmaksızın bütün ırk ve inançların
temsil edileceği gerçek bir ulusal istişare meclisinin kurulmasıydı. Sultanla
vezirleri de bundan böyle bu meclis karşısında sorumlu olacaklardı. Sultanın
var olan mutlak gücü İngiliz hükümet sistemi modeline göre milletin istişare ve
iradesine tabi olarak sınırlanacaktı.
Birinci Meşrutiyet denilen bu
dönem yani bir bakıma Jön Türklerin anayasa ve meclis hevesleri uzun sürmedi.
Aynı dönemlerde Rusya ile girişilen 93 Harbinin feci bir şekilde kaybedilmesi
ve bu savaş ile yönetime yönelik mecliste yapılan sert eleştiriler sonucunda
Padişah 2. Abdülhamit, meclisi süresiz tatil etti. Padişah anayasanın ilanıyla Avrupa devletlerinden görmeyi beklediği desteği de bulamamıştı. Anayasayı hazırlayan ve padişahın tahta gelmesini sağlayan sadrazam Mithat Paşa İtalya’ya sürgüne gönderildi. 3 yıl süren sürgün
hayatı sonunda yargılanmak üzere İstanbul’a getirilen paşa önce idama mahkûm
edildi sonra Taif'e sürgüne gönderildi fakat 1883 yılında orada
boğularak öldürüldü.
Mutlak monarşiye dönülen bu
yıllar 30 yıl sürecek ve istibdat dönemi olarak adlandırılacaktı. Bu yıllarda istibdada bir tepki olarak ve mutlak monarşinin
dolayısıyla padişahın ülkeyi bir felakete sürüklediğine inanan bir grup tıp
öğrencisi İttihad-ı Osmani cemiyetini kurdu. Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane adındaki batılı tarzda kurulan ilk tıp okulundan İbrahim Temo ve arkadaşları bu cemiyetin kurucularıydı. İttihat birlik demektir
ve İttihad-ı Osmani de Osmanlı'nın birliğini ifade eden bir isim tamlamasıdır.
Cemiyet hızla yüksekokul öğrencileri ve memurlar arasında yayıldı. Örgütün fark
edilmesiyle beraber üyelerin bir kısmı tutuklandı, bir kısmı da Avrupa
ülkelerine kaçtı. Kazım Karabekir Paşa "İttihat ve Terakki Cemiyeti" isimli kitabında İttihad-ı
Osmani ile ilgili şunları söylüyor; "İstanbul’da henüz olgunlaşmamış beş tıbbiye
öğrencisinin hürriyet severlik heyecanları buna sebep olmuştu ve bu heyecan
hızla İstanbul’a özellikle de öğrenciler arasında yayılmıştı. Fakat bu insanlar
ordulara el atamadığından sayıca çokluğuna rağmen istibdadın merkezi olan
İstanbul’da beceriksiz bir halde sözü ayağa düşürmüş ve ufak bir sarsıntıya
karşı koyamayarak varlığını kaybetmişlerdi. "
Yurt dışına kaçan üyelerin 1895 yılında,
Ahmet Rıza Bey’in liderliğinde Paris’te oluşan bir muhalif grupla temas kurması
sonucunda İttihadi Osmani yerine artık “Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti” olarak
yeni Osmanlılar faaliyetlerine devam etmeye başladı. İttihat birlik, terakki
ise ilerleme, gelişme anlamına gelmektedir.
İstibdat döneminde telgraf
hatları devletin dört bir tarafını kaplamıştı. Bu sayede Abdülhamit Sultan’ın
imparatorluğun birçok noktasından hızlı bir şekilde haber alabilmesi ve
bürokrasiyi bizzat bulunduğu konumdan denetleyebilmesi mümkün olmuştu.
Yine bu yıllar İstanbul’un
yarısının diğer yarısı hakkında casusluk yaptığı bir dönem olmuş, normalde
gazete anlamına gelen “jurnal” kelimesi ispiyon, ihbar anlamında kullanılmaya
başlamış ve birçok kişi "jurnalcilik" yapar hale gelmişti. Tam bir totaliter
yönetim örneği durumundaki ülkede söylediğiniz birkaç cümle yüzünden kendinizi
sürgün edilirken bulabilirdiniz.
Tüm bu baskıya rağmen reform hareketleri de
bir yandan yapılıyor, yenileşme hareketlerine devam ediliyordu. Padişah yetkiyi
kendisinde sıkı sıkıya toplamasına rağmen reformcu bir yapıdaydı ve dedesi 2.
Mahmut’tan gelen reform hareketlerini devam ettirmeyi arzu ediyor bu doğrultuda
yönetim ve politika geliştiriyordu. Hatta oluşturduğu baskı yönetimi sayesinde
bu reformları gerçekleştirmesinde önceki padişahlara göre daha başarılı
oluyordu. Onun otokratik ve baskıcı yönetiminin sebebini ise şu cümlesi
açıklıyordu: “Şimdi anladığım kadarıyla yüce Allah’ın bana emanet ettiği halk
ancak kuvvetle harekete geçirilebilir”. Bu düşüncesi doğrultusunda devletin tek yetkin siyasi faktörü sultanın ancak kendisiydi.
Devlet ciddi bir ekonomik yıkıntı
içindeydi. Dış borçları ödeyememek padişahın elini kolunu bağlasa da, bir yandan reformları gerçekleştirecek politikayı üretmeyi başarmıştı.
Tanzimat döneminde amaçlanan eğitimde yenilik hareketlerinin en büyüğü bu
dönemde yapılmıştır. Sultan Abdülhamit toplumun ilerlemesi ve yıkılışın
önlenmesinde eğitimi en önemli undur olarak görmüştür. Bunu izlediği
politikadan anlamak mümkündür. Telgraf ağında çalışacak personelin yetişmesi
için telgraf okulları kuruldu. Tanzimat döneminden beri düşünülen, girişimlerde
bulunulan fakat bir türlü başarıyla hayata geçirilemeyen İstanbul
Üniversitesi’nin (İstanbul Darülfünunu) kuruluşu Sultan 2. Abdülhamit döneminde başarıyla
gerçekleştirildi. İlkokul kız ve erkekler için zorunlu hale geldi. Baskı dönemi
yüzünden bürokraside ve askeriyede oluşan boşluğun doldurulması amacıyla
eğitimli bürokrat ve asker yetişmesi için Osmanlı tarihinde görülmemiş hızda
okul sayısı bu dönemde artırılmıştır.
Fransa ve İngiltere yerine Almanya ile yakın ilişkilerin olduğu bir dönem olmuştu. Batı'nın yıkıcı nüfuzuna karşı Avrupa tarzında kurumlar açılıyordu. Borçların tahsilatından endişelenen Batı devletlerine ekonomi emanet edilmiş; vergi toplama yatırım yapma gibi faaliyetlere ön ayak olacak Duyun-i Umumiye idaresi 1881 Muharrem Kararnamesi ile kurulmuştu. Demir yolu projeleri ayrıcalıklı Alman girişimciler tarafından gerçekleştirilecekti.
Konuyla ilgili hazırladığım videolar aşağıdadır;
Konuyla ilgili hazırladığım videolar aşağıdadır;
Kazım Karabekir - İttihat ve Terakki Cemiyeti
Osmanlı İmparatorluğuna Elektrikli Telgrafın Girişi, Roderich H.
Davison, Çev. Durdu Mehmet Burak
Lord Kinross – Osmanlı İmparatorluğunun Yükselişi ve Çöküşü
Nicolae Jargos – Osmanlı İmparatorluğu Tarihi ( 5. Cilt)
İlber Ortaylı 24.09.2016 tarihli Hürriyet Gazetesi Köşe Yazısı
Metin Kunt,
Sina Aksin, Ayla Ödekan, Zafer Toprak, Hüseyin C. Yürdaydın Türkiye Tarihi 3
Osmanlı Devleti 1600-1908
Türk Siyasal
Hayatı – Kemal H. Karpat
0 Yorumlar