"Pluribus" Üzerine

Vince Gilligan’ın Breaking Bad ve Better Call Saul sonrası ilk büyük projesi olan Pluribus, tür sınırlarını hiçe sayan, izleyiciyi sürekli dengesiz bir zeminde tutan, kafa karıştırıcı ve büyüleyici bir bilimkurgu–trajikomedi karışımı olarak ortaya çıkıyor. Dizinin çıkışıyla birlikte internet ve eleştirmenler tarafından epey hype’landı; bu popülerliğin etkisi beni de mi aldı bilmiyorum ama gerçekten zevkle izledim ve de merakla yeni bölümleri bekliyorum. Bu arada bir Breaking Bad fanı değilim :)

Gilligan dizide kendine özgü biçimde, gerçek bir karakteri fantastik bir denklemin merkezine yerleştirip absürdün içinden insan ruhunu kazıyor.


Pluribus ilk dakikalarında bize neredeyse klasik bir bilimkurgu girişi sunuyor: Uzayın bir köşesinden gelen şifreli bir sinyal fark ediliyor ve laboratuvarlarda hummalı bir çalışma başlıyor. Dünya görünüşte yaklaşan bir felaketin eşiğinde. Atmosfer geriliyor, ekran karanlıklaşıyor.

Kurulan yeni düzenin ise tek bir bozuk dişlisi var: Carol Sturka.

Bir roman yazarı, bir orta yaş krizi, bir öfke küpü.

Distopya mı, ütopya mı?

Rhea Seehorn’un oyunculuğu burada dizinin bütün yükünü sırtlamış. Carol hem itici, hem komik, hem de rahatsız edici biçimde gerçek bir karakter. Ona kızıyorsun ama hak da veriyorsun. Onu anlamıyorsun ama peşinden gitmekten de vazgeçemiyorsun.

İnsan, bireyselliğini kaybettiğinde mutluluk hâlâ anlamlı mıdır?
Kolektif bilincin sağladığı kusursuz barış gerçekten ne kadar anlam taşır?
İyi toplum nedir?

Dizide mutluluk klasik anlamda bir duygu değil; bir bulaşı. İnsanların birbirine iyi davranması bir etik seçim değil; aktarılan biyolojik bir memnuniyet hâli.

Peki bir davranış iyi niyetle değil de mekanik zorunlulukla yapılıyorsa, o davranış hâlâ iyilik midir?
Özgürlük olmaksızın dayatılan mutluluk, mutluluk mudur?

İlk iki bölümde dizinin tonu sürekli değişiyor; bakalım bizi nereye götürecek?

Kişinin kendilik algısı dış dünyanın tutarsızlığıyla çatıştığında oluşan varoluşsal krize ontolojik kriz denir ve Carol’da bunun örneğini izliyoruz. Pluribus, şimdilik insan zihninin kırılganlığı, toplumun konfor arayışı, özgürlüğün bedeli ve bireyselliğin kutsallığı üzerine kurulmuş modern bir distopya gibi görünüyor.

Renkler, atmosfer, estetik… ne bileyim, hoşuma gitti efendim.



Yorum Gönder

0 Yorumlar